Terapi Merkezim > Sinema ve Psikanaliz ve Sigmud Frued
Sinema ve Psikanaliz ve Sigmud Frued
PSİKANALİZİN SİNEMA ÜZERİNE ETKİSİ ?
Sinema, insanın varoluşunu ve zihnin karmaşık dinamiklerini anlamak için etkili bir araçtır. Bu yüzden psikanaliz ile derin bir uyum içindedir.Sigmund Freud’un psikanalizi, sinemanın gelişimi üzerinde derin ve kalıcı bir etki bırakmıştır. Sinema ile psikanalizin doğuşu, Lumière kardeşlerin sinematografı tanıttığı döneme denk gelirken, Freud ve Joseph Breuer, histeri üzerine yaptıkları öncü çalışmalarla zihinsel sağlık alanında devrim yaratmışlardı. Freud’un hastalarının yaşadığı histeri krizleri ve bu krizlerin mekanizmaları, sinemanın görsel anlatımında canlılığın ve otomatik tepkilerin nasıl işlediği konusunda ilham kaynağı olmuştur. Sinema, Freud’un kolektif duyguları açığa çıkardığı gibi, izleyiciyi hem tanıdık hem de yabancı olan bir dünyaya çekmektedir.
Psikanalist Andrea Sabbadini, sinema ve psikanaliz arasında benzer bir dilin var olduğunu savunmaktadır. Sabbadini, Birinci Avrupa Psikanalitik Film Festivali’nin organizatörlerinden biri olup, bu festivalde psikanalistler, film yapımcıları ve sinema tarihçilerini bir araya getirerek iki disiplin arasındaki ilişkiyi derinleştirmeyi hedeflemektedir.
Bernardo Bertolucci, festivalin onursal başkanı olarak, sinema kariyerinin başlangıcından itibaren psikanalizle olan ilgisini dile getirmiştir. Bertolucci, Freud’un düşüncelerinin sinemasal anlatımında nasıl bir rol oynadığını vurgularken, “Kameramda başka bir lens buldum; bu lens Freud” demektedir.
Öte yandan, Freud’un film ve psikanalizi birleştirme çabasına direndiği biliniyor. Kendisi, kameraya çekilmekten hoşlanmazken, psikanalizin sinematik bir forma dönüştürülmesinin imkansız olduğunu savunmuştur. Hollywood stüdyolarından senaryo yazması için birçok teklif almasına rağmen, bunları her seferinde geri çevirmiştir. Freud hakkındaki en dikkat çekici filmlerden biri, John Huston’ın 1962 yapımı "Freud: The Secret Passion" filmidir. Bu filmde, senaryo yazarı Jean-Paul Sartre ile Huston arasında yaşanan görüş ayrılıkları, psikanalizin doğasına dair tartışmalara yol açmıştır.
Sinema dünyasında psikanalistlerin temsili zamanla değişiklik göstermiştir. Erken dönem Hollywood yapımlarında genellikle kötü karakterler olarak karşımıza çıkan psikanalistler, İkinci Dünya Savaşı sonrasında daha derin ve karmaşık figürlere dönüşmüştür. Hitchcock’un "Öldüren Hatıralar" (Spellbound) adlı filminde, psikanalistler rüya analizleri ile gizemleri çözme rolü üstlenirken, bu durum sinemanın psikanalizle nasıl iç içe geçtiğini göstermektedir.
Woody Allen, psikanalizi mizahi bir dille ele alarak, bu disiplini sinemaya entegre eden önemli bir figür olmuştur. Allen’ın filmleri, psikanalistlerin toplumsal algısını değiştirirken, günümüzde psikanalistler daha çeşitli ve olumlu temsillerle sinema ekranında yer almaktadır.
Andrea Sabbadini, sinema izleme deneyiminin psikanaliz süreci ile benzerlik taşıdığına inanıyor. Sinema, bireyleri kendi içsel dünyalarından uzaklaştırarak, anlık bir gerçeklik sunarken, aynı zamanda sinema ile psikanaliz arasındaki etkileşim, insanların bilinçaltındaki karmaşık duygularla yüzleşmelerine yardımcı olabilmektedir.
Sonuç olarak, Freud’un psikanalizinin sinemaya olan katkısı, her iki alanın da insan psikolojisi ve toplumsal dinamikler üzerindeki derin etkisini ortaya koymaktadır. Bu etkileşim, sanat ve bilim arasındaki sürekli diyalogun bir yansıması olup, izleyicilere kendi iç dünyalarına dair yeni bakış açıları sunmaktadır.