Terapi Merkezim > Rene Descartes ve Felsefesi
Rene Descartes ve Felsefesi
Rene Descartes 31 Mart 1596’da Fransa’nın Touraine- La Haye şehrinde doğmuştur. Ailesi, katolik olmasına rağmen Poitou’daki Protestan olan Huguenotların bölgesinde yaşamıştır. Annesi Descartes bir yaşındayken hayatını kaybetmiştir, onu büyük annesi ve büyük amcası yetiştirmiştir.
Genç Descartes La Flèche’deki Jesuit Koleji’nde okumuştur; burada matematik, fizik dersleri ve Galileo’nun son çalışmalarını da içeren modern bir eğitim almıştır. Kolejden sonra, Poitiers Üniversitesi’nde hukuk okumuştur.
1616 yılında babasının isteği üzerine, avukat olarak çalışmak için Paris’e gitmiştir. Fakat Descartes hukukçu olma konusunda kararsızdır ve farklı deneyimler kazanabilmek için sık sık seyahat etmiştir. 1618 yılında Breda’daki Felemenk Devlet Ordusu’na katılmış, burada daha çok matematik içeren askeri mühendislik alanındaki çalışmalarına odaklanmıştır.
Descartes her zaman bağımsız bir akla sahip olmayı isterdi, okuduğu kitaplara asla güvenmezdi. Bu görü düşüncelerinin bağımsızlığını arttırdı ve felsefeyle matematik çalışmalarının karakteristik bir özelliği oldu.
1620’de Descartes ordudan ayrıldı ve Fransa’ya dönmeden önce birkaç ülkeyi daha gezdi. Kendi felsefi tezlerini yazmayı amaçlıyordu. İlk eseri Regulae ad directionem ingenii (1928) (Aklın Yönetimi için Kurallar) idi. Eser Descartes’ın felsefe ve doğal bilimler konusundaki prensiplerinden bazılarını ortaya koyuyordu. Özellikle, gerçeğin yöntemsel incelenmesinde akla güvenmenin ve akli yetilerin kullanılmasının önemini açıklıyordu.
Kartezyen felsefesi, Descartes'in bilgi felsefesi görüşü olarak bilinmektedir. Bu görüşte savunulan düşünce doğru bilginin varlığını ortaya koymaya çalışmak olmaktadır. Bilgi ile ilgili tüm şüpheleri ortadan kaldırarak doğru ve kesin bilgiye erişmek amaçlanmaktadır. Bu felsefe görüşünde bulunan en önemli öğe şüphe olmaktadır. Bütün bilgilere şüphe ile yaklaşılmalı ancak en sonunda şüphe edilmeyen bilgiye ulaşılması gerekmektedir.
ulaşabileceğini ancak bu bilgilerin doğruluğunu da yaşam boyunca eleştirebileceğini savunan bir felsefe görüşü olarak ifade edilmektedir. Descartes inandığı her şeyi gözden geçirerek göründükleri gibi olup olmadıklarını sorgulayarak bu felsefe düşüncesini ortaya koymuştur. Descartes şüpheci bir tavır takınarak şüpheciliği doğru bilgiye ulaşmada kullanmak istemekteydi bu nedenle Kartezyen yöntemini ortaya çıkarmıştır.
Biraz da René Descartes’ın meşhur “düşünüyorum, varım” derken ne anlatmak istediğini anlamaya çalışalım.
Descartes (1641), meşhur şüphe deneyinde varlığın gerçekliğini sorgulamış ve zihin-beden arasındaki ayrımı ortaya koymaya çalışmıştır. Bir an için hiçbir şeyin gerçekte var olmadığını düşünelim. Önümüzde duran masa, yanımızdaki bir bardak kahve, kitap, kalem, arabalar, evler, ağaçlar, hayvanlar vs. Bir an için her şeyin varlığından şüphe duyalım. Gördüğüm duyduğum her şey gerçekte bir yanılgı olabilir. Descartes’ın deyimiyle bir “kötü cin” tarafından kandırılıyor olabilirim. Sanki bütün bu nesneler varmış gibi kötü cin duyularımı yanıltıyor olabilir. Bütün şeylerin varlığından şüphe duyalım. Masa var mı? Yok. Bardak var mı? Yok. Ağaçlar var mı? Yok. Şu kişi veya bu kişi var mı? Yok. En sonunda kendimize gönderme yapalım. Ben var mıyım? Olmadığımı varsayalım. Ben eğer var olmasam şu anda şüphe duyamam ve zihnimin içinde bu şüphe deneyini yapamam. Şüphe duyuyorum, yani düşünüyorum, yani varım (dubito, ergo cogito, ergo sum).
Descartes’ın bu deneyi bilim felsefesinde ve metafizikte oldukça önemli bir yere sahip. Zihin-beden arasındaki ilişki konumuzun dışında kaldığı için bir kenara koyalım. Ancak bu deneyle Descartes, en az bir şeyin (‘ben’ ya da şüphe yapan o şey neyse) mutlak varlığını iddia etmiştir. Bu argüman aslında ontolojik evrenin boş olmadığını gösteriyor. Bilim de bu sayede anlam kazanıyor. Boş olan bir evrende neyin bilimini yapabilirdik? Sayılar veya geometrik nesneler var olmadan matematik yapmaya benzer bu. Bilim, bir şey var olmadan anlam kazanabilir miydi? Modern bilimin Descartes ile başlaması kısmen bu nedenledir. Önce ontoloijik evrenin boş olmadığı gösterilmeli ki nesnelerin bilimini yapmak mümkün olsun. Aksi halde boş bir evrenden sadece yokluk çıkar. Descartes’ın argümanını bu nedenlerden dolayı oldukça önemli bulduğumu söylemeliyim.
Şüphe deneyi mantıksal bir çıkarım mıdır yoksa düşünmek/şüphe etmek ile var olmak eşdeğer şeyler midir? Bu soru ayrı bir incelenme gerektiren çok felsefi bir problemdir. Jaakko Hintikka (1962), bu problemi çalışmasında detaylıca incelemiştir. Ancak biz konunun bu meselesini ele almıyoruz.
Bir başka dikkat çekmek istediğim şey, matematiğin çeşitli teoremlerinde kullanılan diyagonal yöntemin aslında Descartes’ın şüphecilik yöntemi ile çok benzer olduğunu vurgulamak. Descartes’ın bu yöntemi bir diyagonal argümandır denebilir. “x yoktur” cümlesinde x yerine “ben” ya da “kendi” ya da şüphe eden “şey” konulduğunda “ben yokum” gibi bir cümle elde edilir. Buradaki “ben” ya da şüphe eden “şey” öznesini x değişkeni yerine koymak “x yoktur” cümlesinin diyagonalını almaktır.
Benzer yöntemin matematikte sıkça kullanıldığını görebiliriz. Georg Cantor, 19’uncu yüzyılda sürekli olan bir reel sayı doğrusundaki noktaların sayma sayılardan çok daha fazla olduğunu göstermiştir. Yani 2,71828… şeklinde giden sonsuz basamaklı ondalık sayı olarak bildiğimiz reel sayılar, gündelik hayatta kullandığımız sayma sayılardan çok daha fazladır, hem de sayılamayacak kadar fazla.
Diyagonal yöntem, daha önceki bir yazımızda bahsettiğimiz Gödel’in Eksiklik Teoremi’nin kanıtında da kullanılmıştır. Hatta, bilgisayar virüslerinin (kendi kodunu kopyalayan program) kuramsal olarak yazılabilmesinin mümkün olduğunun temelinde bile bu yöntem vardır.
Yeni bir Felsefe Tasavvuru-Yöntem
Descartes her zaman bağımsız bir akla sahip olmayı isterdi, okuduğu kitaplara asla güvenmezdi. Bu görü düşüncelerinin bağımsızlığını arttırdı ve felsefeyle matematik çalışmalarının karakteristik bir özelliği oldu. Kendi felsefi tezlerini yazmayı amaçlıyordu. İlk eseri Regulae ad directionem ingenii (1928) (Aklın Yönetimi için Kurallar) idi. Eser Descartes’ın felsefe ve doğal bilimler konusundaki prensiplerinden bazılarını ortaya koyuyordu. Özellikle, gerçeğin yöntemsel incelenmesinde akla güvenmenin ve akli yetilerin kullanılmasının önemini açıklıyordu.
“İnceleme konumuz hakkında başkalarının düşündüklerini ya da kendi kuşkularımızı değil, açık ve seçik görebildiğimiz veya kesin olarak elde edebileceğimizi düşündüğümüz şeyi araştırmamız gerekir.” – Rene Descartes
Felsefesi
Descartes, önceki Aristotelesçi yaklaşıma benzemeyen yeni bir yaklaşımla, modern felsefeye öncülük etti. Descartes vardığı sonuçlara, başkalarının çalışmalarına güvenmeyerek, yalnız kendi tümdengelimleri (çıkarımları) vasıtasıyla ulaşmış olmaktan büyük gurur duyduğunu belirtmişti.
Descartes’ın felsefi yöntemi her şeyle ilgili metafiziksel bir şüphe duymakla ve “her şeyden şüphe etme” temeliyle başlar, doğruluğunu kanıtlayabileceği şeyleri doğru olarak görür.Şüpheden yola çıkan Descartes, emin olabileceği tek şeyin kendi düşünceleri olduğu çıkarımına vardı. Eğer o şüphe duyuyorsa, o zaman ortada şüphelenme işini gerçekleştiren biri de olmalıydı.
Cogito ergo Sum (“Düşünüyorum, o halde varım.”)
Ahlakçılık Felsefesi
Daha sonra Descartes kendi felsefesini baz alarak gerçek hayatta işlevsel olabilecek bir ahlak felsefesi geliştirdi. Bu felsefe; yaşadığı ülkenin yasalarına ve geleneklerine uymayı, aşırılıklardan kaçınmayı ve etrafınızdakiler için adil olan uygulamaları benimsemeyi içeriyordu. Üçüncü prensibi, zihni ve arzuları kontrol etmenin önemini ifade ediyordu.
“Her zaman yazgıdan çok kendimi yenmeye, dünyanın düzenini değiştirmekten çok arzularımı değiştirmeye çalışmak ve genellikle düşüncemizin dışında herhangi bir şeye tümüyle egemen olamayacağımıza göre, dışımızdaki şeylerle ilgili olarak elimizden geleni yaptıktan sonra bizi başarmaktan alıkoyan her şeyin bizim açımızdan mutlak olarak olanaksız olduğuna inanmaya alışmaktır.” – Rene Descartes, Yöntem Üzerine Konuşma, III. Bölüm
Kaynaklar:
Descartes, Meditations on First Philosophy: With Selections of Objections and Replies, ed. J. Cottingham, Cambridge University Press, 1996.
Hintikka, “Cogito, ergu sum: Inference or performance?”, Philosophical Review, 71(1), 3-32, 1962.